PLATİN ÜYELER

GOLD ÜYELER

SİLVER ÜYELER

YATAGIMDAKİ KADIN – 1 –

O gece evin havasında hiçbir gayri tabiilik yoktu.

Sonradan çok düşündüm. Hiçbirimizin hareketinde şüpheyi davet edecek en ufak bir iz bulamadım.

Kokteyllerimizi içerken cinayetlerden bahsetmiştik. Sonradan bu bahsi kimin ortaya atmış olduğunu bir türlü hatırlayamadım.

Hafta sonları Thurston’larda toplanıldığı zaman, her çeşit mevzu münakaşa edilir. Politika, din, cinayet, sinema hatta falcılık bile.

Doktor Thurston çok konuşan bir insan değildi. Fakat dinlemesini severdi. Arada bir de konuyu canlandıracak bir sual ortaya atmasını bilirdi.

Gayet sade, gayet samimi, şakacı, iri yarı bir adamdı. Misafirlerine ikram etmesini pek severdi. Madam Thurs-ton’un çok zengin olduğu rivayet edilirdi. Doktor evlendikten sonra çalışmadığı halde sık sık misafir davet ediyor ve çok bolluk içinde yaşıyorlardı.

Mary Thurston da çok nazikti. Yalnız pek zeki değildi. İri yarı ve sarışın bir kadındı. Pahalı elbiseler giyinir ve çok boyanırdı. Onun bizi gülümseyerek dinlediği ve bir genç kız gibi olur olmaz şeylere güldüğünü görür gibi olurum. Ufak bir kompliman onu çok memnun ederdi. Zaten iyiliğin timsali idi. İçimizden biri ona “Bolluk ilahesi” ismini takmıştı. Bir ev hanımı olarak Mary bu isme pek layıktı. Evinde herşey bol ve mükemmeldi.

Cinayet bahsi ortaya atılınca Alec Morris itiraz etti.

– Kitaplarda, filmlerde bu konuyu görmekten bıktık. Başka şeyden bahsedemez miyiz?

Doktor Thurston güldü ve ortaya bir sual attı.

– Kitaplarda gerçek bir cinayet bulmak mümkün mü? Ben, cinayetin hayatta olduğu gibi incelenmesini istiyorum.

Norris:

– Bakın bu doğru! Dedi. Polis bir cinayet hakkında gerçek fikir vermiyor. Onlar hep hazırlanmış olaylardır ve katil en sonunda sahneye çıkar. Halbuki gerçekte cinayetin sebebi anlaşılınca katil hemen yakalanır.

Genç Davis Strickland:

– Fakat her yakalanan asılmaz ki! Dedi. Usta bir katil onu mahkum edecek delilleri ortadan kaldırır Strickland’dan hoşlanmazdım. Kaba saba bir gençti. Thurstonların daimi davetlerindendi. Doktor daima karısına “Senin aşıkın” diye takılırdı. Mary Thurston’un arada sırada ona mali bir yardımda bulunduğunu tahmin ediyorum.

Norris aksi bir tavırla:

– Polis suçluyu yakalayınca, delilini bulur dedi. Uzun uzun polis romanları hakkındaki fikrini anlattıktan sonra sözlerini şöyle bitirdi:

– Velhasıl kitaplardaki cinayetler bir satranç oyununa benzer. Halbuki hayatta bu iş daha basittir. İşte onun için ben bu uydurma masallardan hiç hoşlanmam.

Sam VVilliams, Thurstonların avukatı idi. Ona bu evde daima rastlardım. Üstüne başına çok itina eder, gür ak saçlarını daima muntazam tarardı. Yaşına rağmen ince ve kıvrak bir vücudu vardı. Gayet mahir bir avukat olarak tanınmıştı. Ben bile kaç kere fikir danışmıştım.

Bu sefer Norris’e cevap veren o oldu:

– Belki haklısınız ama bu oyun beni eğlendiriyor. Dedi. İnsan bir polis romanı okurken sonuna kadar heyecan içinde kalıyor. Biz zaten kitapların hayattan biraz daha esrarengiz olmasını isteriz.

O sırada kokteylleri daima elleriyle hazırlayan Doktor Thurston zili çalarak uşağı çağırdı. Bir cinayet işlenecek olsa evvela Stall’dan şüphe ederdim. Dar uzun, saçsız bir kaffası, sessiz ve esrarengiz hareketleri vardı. Mamafih mükemmel bir uşaktı. Odadan çıkacağı sırada Mary::

– Stall rica ederim Fellovves’e söyle, gelip beni görsün dedi.

Sonra kocasına dönerek:

– Fareler hakkında konuşacağım, dedi. İkinci katta gene fare tıkırtısı işitiyorum. Fellows’in bu işle meşgul olması lazım.

Doktor:

-Yalnız yerlere zehir bırakmasın Tang yiyebilir, dedi.

Tang, Mary’in köpeği idi. Fellovvs ile konuşmak için so-aya çıkarken:

– Ben de zaten bir kapan kurmasını söyleyecektim, dedi.

İçinde bulunduğumuz ev yüksek ve süslü tavanlı, uzun pencereli geniş bir evdi. İçi o kadar temizdi ki fare bulunacağına insanın aklı ermezdi. Fakat eski bir bina olduğundan are hücumundan kurtulamıyordu. Kaloriferle ısınan duvarları parlak renkli tablolarla süslü olan bu ev insana pahalı bir oteli hatırlatırdı.

Hakikaten de bir oteldi. Her odada sıcak ve soğuk su akardı. Canınızın istediği yerde oturup okuyabilmeniz için her köşede lambalar vardı. Ne zaman isteseniz elinizin altında içecek bir şey bulurdunuz. Bir hafta sonunu geçirmek için ideal fakat daima yaşamak için sıkıcı bir yerdi. Şimdi hep beraber orada toplandığımız o günlerin üstünden sanki bir asır geçmiş gibi geliyor bana.

Doktor tekrar herkese içki ikram etti. William, Norris’e dönerek:

– Polis romanlarına karşı bir düşmanlığınız var galiba? Diye sordu.

– Hepsi birbirine benziyor, adeta seri halinde yazılmış gibi.

Avukat:

– Hiçbir cinai roman yazmak aklınızdan geçmedi mi? Diye sordu.

Norris hayret etmiş göründü.

– Ben mi? Daha neler!.. Bir gün böyle birşey yazacak olsam bile bir cinayetin psikolojik etüdünü yaparım. Yoksa böyle uydurma masallar yazmak, Allah göstermesin!.. Evet, belki bir gün, bir cinayet işlemeye karar veren bir insanın ruh halini anlatan bir eser yazarım.

O sırada gong çaldı ve hepimiz gidip giyinmek üzere ayağa kalktık.

İlk ben sofaya çıktım. Mary şoföre talimat vermekle meşgüldü. Şoför yakışıklı, zeki ve temiz giyinen, 30 yaşlarında bir gençti.

Biz dışarı çıktığımız sırada o çekildi. Mary’nin heyecanlı ve kıpkırmızı olduğunu farkettim. Farelere kapan kurmak için geçen bir konuşma, böyle bir heyecana sebep olamazdı. Buna rağmen bizi görünce gülümsedi ve önümüz sıra merdivenleri çıkmaya başladı.

O akşam endişe verecek hiçbir şeyin geçmediğini söylemiştim. Yalnız, başka zaman belki de insana komik gelen küçük bir hadise oldu.

Ben çabuk giyinirim.Gene herkesten önce hazırlandım. Gong çaldıktan bir çeyrek sonra aşağıya inmek üzere odamdan çıktım. Üç katlı olan bu evin taksimatı çok basitti. Her katın ortasından geniş bir koridor geçerdi. Odalar bu koridorun sağına ve soluna açılırdı. Benim odam, Doğu’ya bakan uçta Mary’nin ise Batı’ya bakan tarafta idi. Mary’nin yanında Striklan’ın odası onun tam karşısında da doktorun odası vardı, merdiven başına geldiğim sırada Mary’nin kapısının açıldığını duydum. Onun da benim gibi çabuk hazırlanmış olduğunu düşündüğümden durup bekledim. Fakat odamdan Strickland çıktı. Büyük bir ihtiyatla yürüyordu. Beni görünce birden geriledi, fakat onu görmüş olduğumu anladığımdan derhal kendini topladı evbaşıyla bana aşina bir hareket yaparak odasına girdi.

Merdiven başında beklediğime pişman olmuştum. Bu hadiseye şahit olmak içimde bir huzursuzluk yaratmıştı. Artık gençlikten uzak olan bu kadınla ondan on beş yaş küçük olan bu kumarbaz, sarhoş, kaba delikanlının arasında ne gibi bir ilgi olabilirdi?

Aşaıya indiğimde Rahib Rider’i salonda buldum. O da davetli olmalıydı. Bu, başı kabak, sarı tenli, ufak tefek adamdan da hiç hoşlanmazdım. Bilhassa bakışları beni fena halde rahatsız ederdi. Bazen size gözlerini diker, düşü-neye dalar ve böyle dörtbeş dakika sabit bakışlarıyla sizi taciz ederdi. Taassubuyla şöhret bulmuştu. S erbest hayat sürenlere karşı insafsız olduğnu söylerlerdi. Zannedersem Thurston’lar da onu pek sevmezler, yalnız açıdıkları ve evinde her zaman kafi derecede yiyecek bulmadığını bildikleri için davet ederlerdi. Onunla konuşmaya çalıştım. Fakat “evet” ve “hayır”dan başka bir cevap alamadım. Yanındar

çekilmeye hazırlanırken birden:

* Mösyö Tovvsend, size bir şey sormak istiyorum, dedi. Belki beni tatmin eden bir cevap verirsiniz.

Ne söyleyeceğini bekliyordum. Birden yüzüme bakarak:

– Bu evde dikkatimizi çeken bir şey olmadı mı?.. Olmaması lazım gelen bir şey. Uygunsuz bir şey, diye sordu.

Birden Mary’nin odasından gizlice çıkan Strickland’ı hatırladım. Gülümseyerek cevap verdim:

– Ne diyorsunuz Mösyö RiderL Bu ev her türlü şüpheden uzaktır. Zavallı adam o kadar samimi görünüyordu ki ona kızmadın bile. Buna rağmen VVilliams’ın içeri girdiğini görünce adeta sevindim.

Yemek gayet neşeli geçti. Doktorun keyfi yerinde idi. Mary sofradan kalkınca papazın yüzü büsbütün asıldı. Çünkü Strickland açık hikâyeler anlatmaktan pek hoşlanıyordu. Yemekten sonra bir briç partisi yapıldı.

O gece herkes yorgundu. Saat ona doğru Strickland sabahleyin çok erken kalkacağını bahane ederek gidip yatmak için müsaade istedi. Doktor oyun masasına seslendi:

– Yatağa girmeden bir viski içmez misiniz?

Genç adam alışkanlığı dışında bunu reddetti.

– Hayır, teşekkür ederim, çok yorgunum. Hemen odama çıkacağım.

Arkadan Norris ayağa kalktı. Biz briç oynarken Mary ile Rahib Rider divanda oturmuş sıcak bir münakaşaya dalmışlardı. Norris’in ayağa kalkması üzerine Rahip,

– Madam, belki siz de oyuna karışmak istersiniz. Benim içinde zaten gitmek vakti geldi, dedi. Doktor nezaketle,

– Daha erken, diye itiraz etti. Fakat rahip erken olmadığını söyleyerek ev sahiplerinden izin alıp çekildi.

Oyunumuzun tadı kaçmıştı; çünkü Mary Thurston çok fena oynuyor; VVilliams ise oyunu ciddiye aldığından kızıyordu. Holdeki saat 11 çaldığı sırada Mary:

– Artık yeter! dedi. Zavallı Williams’ı sinirlendiriyorum. Zaten yatmak saatim de geldi.

Mary çocuk gibi her akşam aynı saatte yatardı. Kaç defa onun saat çalar çalmaz ayağa kalktıını ve herkese hayırlı geceler diledikten sonra o kukla tebessümüyle odadan çıktığını görmüştüm.

Biz üçümüz kaldık. Nefis bir viskiyi sindire sindire içiyorduk. O meşum gecenin hadiselerini anarken o dakikadan itibaren o meş’um çığlığı duyuncaya kadar Thurston ile Wil-liams’ın yanından hiç ayrılmadığımı hatırladıkça adeta bir memnuniyet hissi duyarım.

Konuşmak için odada biraz fazla kalışımız göreceksiniz ki bizi sonradan birçok soru sualden ve sıkıntıdan kurtardı, bir dakika pardesömün cebinden bir mektup almak için dışarı çıkmak üzere idim VVilliams’ın bir suali beni geri döndürdü ve mektubu unuttum. Bu karışmasından dolayı ona hâlâ minnettarım.

Mary yatmaya gitmeden radyoyu açmıştı. Hafiften çalan müzik konuşmamıza mani olmuyordu. Yatmaya gideceğimiz sırada radyoyu kapamak üzere ilerledim. Fakat Thurs-ton’un bir sözü bende merak uyandırdığından yarı yolda durup bekledim. İşte tam o sırada birinci çığlığı duydum. Aman Yarabbim ne korkunç bir çığlıktı bu.

Soruşturma sırasında bu çığlığın saatini tayin etmek hususunda çok ehemmiyet verildi. Kabil olduğu kadar o saati tespite çalıştım. Fakat kati bir şey söyleyemedim. Aşağı yukarı saat onbiri çeyrek geçe olmalıydı. Bundan daha kesin bir zaman tayin edemiyordum.

Bu feci anın üzerimizdeki tesirini anlayabilirsiniz. Ocakta yanmakta olan canlı bir ateşin neşelendirdiği bu güzel ve rahat salonda, nefis bir viski içerek tatlı tatlı konuşuyorduk. Bizi böyle bir faciaya hazırlayacak en küçük bir hadise olmamıştı. Normal bir muhitte bulunan normal insanlardık.

Sonra birdenbire tepemizden gelen bu uzun, bu korkunç kadın feryadı…

Kapıya doğru koşarken bir ikinci feryat işitildi. Sonra bunu bir üçüncüsü takip etti. Bu hepsinin en müthişi idi ve can çekişen bir insanın iniltileri gibi sönüp gitti.

O sırada merdiven başında bulunuyorduk. Doktor ağır vücuduna rağmen, MaryL MaryL diye feryat ederek en önden koşuyordu.

Heyecandan kan beynimize çıktı. Kalbim sanki yerinden fırlayacakmış gibi atıyordu. Bir an durduk. Üçümüz de birbirimize baktık. Acaba yukarıda bizi nasıl bir facia bekliyordu!..